Güncel Haftalıklar-17 Sessizlerin Kalabalığı

Kitapları dışında sosyal medyada da takip ettiğim ve çok sevdiğim genç bir şair var. Sanatına olan sevgisi, aile büyüklerinden aldığı devrimci ruhuyla cesur ve aydınlık bir sanatçı… Baskıcı rejimlerden payını almış, topraklarından sürülmüş, zindan görmüş geçmişin ve bugünün temsilcisi. Kendisiyle hiç tanışmadım. Bu satırları yazarken ondan izin almadığım için isim vermek istemedim.  Beni düşünceye sevk eden geçenlerde paylaştığı bir yazı oldu. Tam da “ruhsar abla saadet zincirinin” halkaları sapır sapır dökülürken…

Özetle yazdığı; …din üzerinden kendini zengin eden kişi din bezirgânıdır, bu çok eski bir meslektir. Hz. İsa’dan bile eskidir. Tarih boyunca peygamberlerin karşısında hep din adamları olmuştur. Oysa hiçbir peygamber din adamı değildir, kitapları da bezirgânlarca mitolojiye dönüştürülmüştür. 23 yıl peygamberlik yapıp geriye bir kitap ve yaşantısını bırakmış, peygamberlikten mülkiyet edinmemiş, “Allah’ın huzuruna, üzerimde mülkiyet olduğu halde çıkmaktan hayâ ederim” demiş peygamberin kürsüsünden konuşan mülkiyet edinemez, ceketiyle gelip ceketiyle gider…

Ders notu olarak okutulması gereken din ve mülkiyet ile ilgili son derece sade ve açık bilgiler var.  Kapitalizme boyun eğmiş dincilerin, dini “biriktirmek” için kullanan simsarların işine gelmeyeceği, görmemezliğe geleceği konular.

Ertesi gün hesaplarına baktığımda on binlerce takipçisinden sadece kırk elli kişinin beğendiğini veya paylaştığını gördüm. İçim buruldu. Elbette takip edenlerin aynı fikirde olması gerekmiyor, tam tersi keşke karşı fikirlerini de paylaşabilseler. Hadi diyelim bir kısmı malum trol şebekesinin piyonları, bazıları da sadece sanat adına paylaştıklarını takip etmek istemiş olabilirler. Buradan sanatçı siyasete girmeli mi tartışmasını yapmak istemiyorum. Bunun da ayrıca konuşulması gereken konulardan biri olduğunu söylemek gerekiyor…

Düşününce; belki de taraftar arayışımız var. O nedenle sevdiğimizi sevsinler, kızdığımıza kızsınlar istiyoruz. Söylediklerimizi onaylanmayınca hiddetleniyoruz. İnandığımız, bildiğimiz din bu değil, aldatıyorlar, ülkeyi dışardakiler beceremedi içerden yıkıyorlar diyoruz, sanki duyulmuyor. Ses yok. Yalnız kalanların sessizliği mi?  Ya da sessizlerin kalabalığı mı?

Taraftar olmanın bambaşka bir yüzünü bizden 2400 yıl önce Antik Mısır’da yaşamış insanlar bakın nasıl gösteriyor.

Gnostisizm* bilinen en eski ezoterik kurumların (gizem okulu/kültü) başında geliyor. Gnostiklere göre insanlar, yüce göksel tanrının altındaki, Demiurgos’un yarattığı evrene ait olan bir beden ve bir tinle (ruh), tanrısal öğe olan bir tanrısal kıvılcımdan oluşurlar. İnsanlar gerçek durumlarını bilmedikleri ve Demiurgos tarafından bilgisizlik içinde bırakıldıkları sürece tutsak olmayı sürdürürler. Ancak kimi zaman, çevrimlerinin ötesinden gelen iletiler kimi özellikli kişilere ulaşır; o zaman o kişiler tutsaklıklarının bilincine varır ve bu bilgiyi aktarırlar. Bu bilgi, bir başka deyişle gnosis, tini tutsaklık bağlarından kurtarmak için en önemli araçtır. Gnostikler’in kaba varlıktan arı tine doğru hiyerarşi anlayışları var. En alt kümede dünyasal işlerle meşgul olanlar; bu konumlarında kaldıkları sürece, onlar için “kurtuluş” yoktur. İkinci grup, tanrısal olguları doğrudan algılayamayan ancak yine de daha yüce bir gerçekliğe inandıkları için kısmi olarak kurtuluşa hak kazananlar gelir. Ki bunların mutlak surette kötülüklerle baş edebilmeleri için dünyayı çok iyi öğrenmeleri ve eğitilmeleri gerekiyor. Üst grupta ise tanrısal tine sahip olanlar var.

”Kurtuluş”, Delfi tapınağının girişinde yazan “kendini bil” olmadan olmuyor. Platon’un Akademisi’ne gelenlere “geometri bilmeyen giremez” derken kastettiği aynı şey değil midir? İnsanları ayrıştırmak için değil, aklını kullanabilen, düşünebilen, hayal kuranlar gelsin diye anlıyorum. Yine Platon’un “ya filozoflar kral olsun ya da krallar filozof olsun ” sözü, güç ve aklın (bilgi) uyumunu, dengesini anlatmıyor mu?

Binlerce yıldır anlatıldığı, yazılıp çizildiği halde “kurtuluşu mümkün olmayanlar” ın bizi yönetiyor olması, kapitalizm ile din adamlarının vahşi dostluğunu göstermiyor mu? Ahlaklı, erdemli, adaletli olmayı bilmeyen, belki de hiç öğrenmeyecek olanların arı bir ruha ulaşmalarının mümkün olamayacağı, yaşadıkları cenneti talan etmek için kıyasıya birbirleri ile yarıştıklarından belli değil mi?

Sessizlerin kalabalığı hepimizi kurtarsın…

*Batı Uygarlığının Yeraltı Kaynakları, Ömer Tecimer, Plan B yayıncılık 2004

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s