Güncel Haftalıklar-23 Ar Damarı

Ar damarımız çatlarsa din bizi kurtarır mı?

Kral Vlll. Henry eşini erkek evlat doğurmadı bahanesiyle boşamak istiyor. Asıl niyeti Anna ile evlenmek. Roma Katolik Kilisesi boşanmaya izin vermediği için altı yıl uğraştıktan sonra İngiltere’yi Roma’dan kurtarıp bugünkü Anglikan Kilisesi’ni kuruyor. İlk işi, evliliğini geçersiz kılıp, Anna ile evlenmesine kendi kendine onay vermek. Elbette Hristiyanlığın birikmiş günahlarının yeni bir kilise kurulmasında mutlaka payı vardır. Aynı yüzyılda yıllardır endüljans (bir dönem para karşılığında günahların bağışlanmasına göz yummak)  uygulamaları ile halkı bezdirmiş Roma’ya isyan eden Martin Luther’in Protestanlığın ortaya çıkmasına sebebiyet vermesi gibi…

Aradan geçen beş asır sonrası bugün dünyanın dörtte biri tanrıya inanmıyor. Kuzey Avrupa’ya bakarsanız oran 70-80%’leri buluyor. Tıpkı eskimeyen Komünist Çin gibi…

Ülkemizdeki ‘sözde’ ayıp ve günahların arasında bunları konuşmak olmasa da İpsos’un 2019 yılında yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de ‘en güvenilen meslekler’ sıralamasında 9% ile politikacılar son sırada. Hemen ardından 12% ile sevgili din adamlarımız geliyor. Televizyon sunucuları, gazeteciler ve reklamcılar 13-17% arasında onları takip ediyor. Araştırma bu meslek sahiplerinin dediklerini neredeyse güvenilmez buluyor… Üstelik gençlerin yarısı siyasetin sorunlarımızı çözeceğine inanmıyor. Din ve siyaset dertlerimizi çözemiyorsa ne çözecek? Bilim olabilir mi? Wittgenstein, günümüzden yüz yıl önce henüz ortada cep telefonumuz, sosyal medyamız yokken bakın ne diyor?

“İnsanın, belki de halkların hayret duymaya uyanmaları gerekir. Bilim onları yeniden uyutmanın aracıdır.”

Bugün alınıp satılan şeye ancak bilim diyoruz. Bilim altın çağlarının ardından maalesef bugün ‘satılabilir meta’ haline döndü. Yaşamsal deneyimleri gözümüze sokan reklamcıların elinde oyuncak… Elbette bilim bize nasıl yönetilmemiz gerektiğine cevap vermeyecektir. Yine de  ‘bilim’, insan yaşamının kolaylaşmasına hizmet etmenin, özgürleşmenin, sağlıklı yaşamın yerine neredeyse kapitalizmin birikimine sutaşıma görevine üstlenmiş durumda. Üstelik duygularımızı incitip, onları bize geri satıp, üstüne de para alarak… Düşünsenize beş liralık kahveye sırf Afrika’da birkaç çocuğa yardım ediyorlar diye on beş lira vermemiz gibi… Eve dönerken içimizi de rahatlatmayı ihmal etmiyor.

Araştırmalarda bugün sorulması gerekenlerin başında (özellikle kendini dindar olarak tarif edenlere); “başkaları için kullandığınız etik kodlarınızı kendinize hiç uyguladınız mı?” geliyor. Sırf taraf olduğunuz için sizin iş bulma şansınız varken, iktidarı eleştiren komşunuzun aç kalmasına göz yummak nasıl bir duygudur? Sizin çocuğunuza taciz yapılana kadar olanlara ses çıkarmamak İslam ile izah edilebilir mi? Halkı yoklukla imtihan eden, kendisi saraylarda, uçaklarda, en lüks arabalara binen diyanetin başındaki insanı gördüğünüzde azıcık yüzünüz kızarıyor mu?

Yalan söyleyen siyasetçiden, din adamlarından vazgeçmeyi istemeden ve doğruları söylemeden, hukuksuzlukları, kayıpları, hakkını ararken hayatını kaybedenleri, açlıkla mücadele eden insanların sorunlarının üstünü örtmeye devam ediyoruz.

Filistin’e yardım paralarının üstüne yatıp, tarikatlarda çocuklara tecavüz edenlerle, bilinçdışımızı hedefleyerek on beş liralık reklamların arasına sıkışmak zorunda mıyız?

Belki de dinin artık işe yaramadığını, dini kullanan tacirleri, sapıkları, hokkabazları, muhabbet tellallarını göstererek çukurun dibi, dibinin daha dibi olduğunu gösterdikleri için bir kerelik zalim rejime teşekkür etmek lazım.

Araştırmalar dinin, siyasetin, bilimin insanın ihtiyaçlarına çare olmadığını söylüyorsa geriye ne kalıyor? Sanki felsefeden başka bir şey yok.

“Yeni bir sözcük tartışma toprağına atılmış taze bir tohum gibidir.” diyor Wittgenstein. 

Sanki bugün duymuş gibi üstüne atlayacağımız ‘felsefe’, bilgelik sevgisi… Bilgiden önce, bilgeliği sevebilmek… Farklı olana saygı duyabilmek, hayal kurabilmek…

Dünya bugün, sorguluyor, araştırıyor, çözüm arıyor. Mevlana’yı öğrenen, felsefe okuyan, düşünen, soru soran, tartışan insanların sayısı hızla artıyor. Doğruyu bulmak için ‘ama’sız çaba göstermenin şart olduğunu biliyorlar. Bireyin özgürleşmesi ancak kahve keyfini, ağzının tadını değiştirmek istemesiyle mümkün olabiliyor. En zoru insanın kendini aldatmamayı becerebilmesi… Yoksa giydiği tişört için “burası Müslüman ülke” diyerek genç futbolcuyu linç edenlerle, kadına, çocuğa tecavüz eden, doğayı hayvanı katledenlerden pek farkımız kalmayacak.

Yan Değiniler, Ludwig Wittgenstein, Türkçesi; Oruç Aruba. Altıkırkbeş yayın 1999

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s