İçinde yaşadığımız tüketim çağının en temel sorunlarından biri de kaygı bozukluğu. Hemen hemen her gün dertlendiğimiz ancak hayatımızdan bir türlü çıkaramadığımız kaygı nedir? Kaygı korku gibi tanımlanacak bir olgu değil. Çünkü korkunun bir nesnesi var. Kaygı bilinmeyenin korkusu… Karşımıza nesnel olarak çıktığında ancak korkuya dönüşüyor.
Düşünürler varoluşsal kaygılar olarak; özgürlük, oyundan atılma endişesi, anlam arayışı ve ölüm düşüncesi gibi olguları tanımlıyorlar. Birbirleriyle iç içe geçmiş olan bu kavramlar aynı zamanda ikilemleri ile beraber daha iyi anlaşılmakta. Özgürlük ya da kırk yıllık çalışma hayatını sabah dokuz akşam altı olarak geçirmek, ölüm– yaşam, anlam arayışı ya da boşluk, kişinin varlığına anlam verecek bir şey bulamaması, oyundan atılmamak veya tecrit edilmek, yalnızlaşmak.
O halde insanoğlunun bu kaygılara verdiği tepkiler kendi yaşam gerçeğini de belirlemiş oluyor. Heidegger’in deyişiyle; varolmayı unutma becerisi; insanın tüketim dünyasında sıradan yaşantısını sürdürmesi, biriktirmesi, boş oyalamalarla ömrünü doldurması veya varoluşun farkında olma hali; işlerin gidişine kendini kaptırmadan bu oluşa hayranlık duyarak, kişinin yolculuğunu yapabilmesi…
Bu girişi yapmamın nedeni, dün kaybettiğimiz sevgi insanı, değerli Doğan Cüceloğlu hocamızı bir kere daha anmaktı. Daha yılbaşında bir söyleşisini televizyonda izlerken ne güzel anlatıyordu. Kendine konuşur gibi; çocukluğundan, annesi, kalabalık ailesinden, okulundan, yurt dışı macerasından bahsederken insanın anlamlı hayat yaşamasını kendi yaşamından örnekliyordu. Hocamızla ilgili anlatılacak, söylenecek çok şey var. Ancak ülkemizin birkaç neslini derinden etkilediği, dinden, siyasetten, partiden, inançtan bağımsız olarak insanlara anlamlı ve coşkulu yaşamı anlatmak için bir ömür geçirdiği kesin. Kaygılarımızı anlamlandıran, onlarla barışabilmemizi sağlayan insanlara şükran borçluyuz. Bugün hayat yolculuğumuzda peşimizi bırakmayan korkularımızı bir yana bırakıp, Sokrates’in 2500 sene önce söylediği şeyleri hatırlayıp kaygılarımızla yüzleşebilir miyiz?
Erdem, ahlak nedir? Adalet nedir? Cesaret nedir? Ölüm fermanını imzalayanlara yaptığı konuşma “erdemli olmaya” bir örnek teşkil etmiyor mu?
“Sizler de yargıçlar, ölüm karşısında iyi umutlara kapılmalısınız; şunu kafalarınıza iyice koyunuz ki, iyi bir insana yaşamı süresince de, öldükten sonra da hiçbir kötülük gelmez”
Bilim ve erdem yolunda harcanmış bir yaşamı, daha az bir cezayı kabul etmeyerek sonlandırmış bir bilge. Yönetenlerin yolundan gidip af dileseydi bugün tarih onu ne kadar hatırlayacaktı?
Yahut öğrencisi, bugünün modern üniversitelerin kurucusu sayılan “Akademia”nın babası Platon’un (Eflatun) hocası Sokrates’i konuşturduğu sevgi diyalogları aklımıza gelir mi?
“Sevginin erdemleri nedir? Sevgi ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrar. Her insan gönül isteğiyle onun emrine girer.”
“Sevgi haklı olmakla kalmaz, en ölçülü varlık da odur. Ölçülü olmak, herkese göre zevklerin, arzularının dizginlerini elde tutmaktır. Hiçbir zevk de sevgiden üstün değildir.”
Anadolu kadim bilgeliğini okuduğumuzda, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli’de, Antik Yunan filozoflarından, Mısır, Doğu felsefesinden farklı bir şey bulmayız. Sadece binlerce yıldır bu topraklardan çıkıp gelen kültürümüzü kendimize anlatamadığımıza hayıflanırız.
Platon, günlük kısır siyasetin içerisinde, başımızı nasıl kuma gömdüğümüzü haykırır; “devleti ya filozoflar yönetmeli ya da yönetenler felsefeyi öğrenmeli”
Doğan hoca, doktorların “sakin bir yaşam sür” tavsiyesine rağmen “halka hizmet etmeye devam edeceğim. Uzun mutsuz bir yaşam değil, kısa yararlı bir yaşam tercih ediyorum” diyerek aramızdan ayrıldı. Verdiği mesaj ne kadar berrak… Huzur içinde uyusun, sevgi ve saygıyla…
Sokrates’in Savunması, Platon, Çeviren Teoman Aktürel, Remzi Kitabevi
Şölen-Dostluk, Platon, Çevirenler Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları