Öfke, huzursuzluk, geleceğe dair güvensizlik…
Ekonomik sorunlar, pandeminin yarattığı kayıplar, kadın cinayetleri azalmadığı gibi üzerine binen, yeni, hiç tecrübe etmediğimiz dertlerimizin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu kadar da olmaz dediğimiz, aklımıza getirmek istemediklerimizi sabah uyanınca karşımızda buluyoruz. Üstelik bunlar ideoloji, politika, ülke çıkarları gibi bilinenlerle açıklanması pek de mümkün olmayan konular. Mafyanın ayrılmasın diye tehdit ettiği istenmeyen rektörümüz, ekonomi, döviz piyasalarıyla ilgili fetva veren imamımız, dualarla merkez bankasındaki dövizleri artıracak, göreve gelir gelmez kaç gün sonra atılacağı üzerine toto oynanan günü sayılı başkanımız… Memleketin çivisi çıkmış dediğimiz tam bir garabet hali.
Gençler belki hatırlamayabilir. Neden kendimize bunları dert ediyoruz? Kadir gecesi gibi özel zamanlarda televizyonda dindar olanın, olmayanın izlediği diyanet işleri başkanlarını hatırladığımız için… Askerine, polisine, yetime, yardıma ihtiyacı olana, Ermeni, Kürt, Musevi ayırmadan vatandaşlarımıza dua edip, Atatürk’e ve silah arkadaşlarına ağzı dolu dolu teşekkür edip minnet duyan gerçek dindarları gördüğümüz için…
Gençliğimiz Ankara’da geçtiğinden olsa gerek, devlette çalışıyor, bürokrat dendiğinde saygı duyardık. İyi eğitim almış derdik… Adil, iktidarı değil yasaları, bizi koruyan, haksızlık yapmaz dediğimiz komşularımız… Cumhuriyet Türkiye’sinin çalışanları, sokakta gördüğümüzde omuzlarındaki sorumluluğu, inancı, devletim için önce ben varım havasını sezerdik. Çürük elmalar yok muydu, elbette vardı. Ama ne 80 ihtilalinden sonra, ne de Özal döneminde bile böyle bir çürümüşlük yaşanmamıştı. Özal’ı hep eleştirdik, prenslerinin boy boy gazetede fotoğrafları, yolsuzlukları çıkmadı mı? Belki bugünlere kapı açan o günlerin iktidarlarıydı elbette. En azından bunları ortaya çıkarabilecek, yurdunu seven gazeteciler, savcılar, hâkimler vardı. Televizyonlarda siyasetçilerin yerden yere vurulduğu o günleri yad edeceğimiz aklımıza bile gelmezdi. Aradan geçen kırk senenin bizden neler götürdüğü gün gibi ortada.
Yogi Kanada (Kaşyapa), bilim insanı, felsefeci 2500 yıl önce yaşamış. “Aşağı doğru hareket için çabaya gerek yoktur. İnsan kendini bıraktı mı aşağı doğru doğal bir şekilde hareket eder. Yukarı doğru hareket içinse irade gerekir” diyor
Artık yaşadığımız, popüler deyimle “post-truth” değil. Büyük büyük yalanlara alıştığımız gibi, bizi aşağıya, kendi çukurlarına götürmelerine de ses çıkaramadık. Her sabah kalkınca o kadar farklı “olay” la karşılaşıyoruz ki bunlar fenomenlerin dünyasını aşmış durumda. Artık “algı operasyonu” yapıyorlar dediğimiz yerde değiliz. Orayı geçeli çok oldu, bilerek bizi her gün, her saat, her an çatışmanın tam göbeğine çekiyorlar. Erdem, ahlak, vicdan sahibi insanlar yakınıyorlar, yırtınıyorlar, protesto etmeye çalışıyorlar, kınıyorlar, cevap yok!
Çukurun dibindeyiz hep birlikte. Bizler onları, onlar bizi kötüledikçe daha fazla batıyoruz. İyi-kötü, “biz ve onlar”… “Biz ve siz”’ den ne kadar uzak değil mi? Onlar bizden, biz onlardan uzağız. Şikayetçiyiz, anlaşamıyoruz, birbirimize saygımız yok, en önemlisi birbirimize karşı sorumluluğumuz yok.
Farklı kümelerde ama aynı çukurun içindeyken bağırmak, sosyal medyadan karşılıklı hakaretler etmek, her gün öfke duyarak kendimizi harap etmek işe yaramıyor. Hem çukurda olmak hem dışarıdan bakabilmek mümkün olabilir mi?
“Günahsız olan ilk taşı atsın”
Belki o gün çukuru terk etmek için yukarıya bakacağız. Söylendiği gibi kolay olmuyor. Bir” sevgi” diline ihtiyaç var. Din adına yaptıklarının asıl dini yozlaştırdığını, insanları birbirinden uzaklaştırdığı yetmiyor gibi, bir de birleşemez kümeler haline geldiğimizi bilmiyor muyuz?
Dün kendi kongrelerine giderken pandemi kurallarını hiçe sayarak otobüste çekilen görüntüler… Otobüste oynayan kadın akşam eve döndüğünde, doktorların, sağlıkçıların patır patır öldüğünü hatırlıyor mu? Hastalanırsa onların yüzüne nasıl bakacağını düşünüyor mu? Ya da kongrenin ona şifa dağıtacağını mı düşünüyor. Elbette düşünmüyor. Vicdan yoksunu, bu kadar insanın ahını üzerine almadan hayatına devam edebileceğini düşünüyor. Farkında değil. Bilmiyor ki, onu da, onun din dediğini, kadınları, çocukları, doğayı, hayvanları da ve elbette adaleti de bir gün onlara da lazım olacağını bilerek biz koruyacağız. Biz ve siz BİR olana kadar…
kanada, gerçek özgürlük kaderin bilgisinin vücuda bürünmesiyle gelir, yayına hazırlayan Çetin Çetintaş, Destek Yayınları