Daha önce okuduğum bir kitaba geri döndüğümde yeni şeyler fark etmek beni her zaman heyecanlandırır. Keşfetmenin, unuttuğum şeyleri yeniden hatırlamanın keyfini sürerim. Bazen de atladığım yerleri sezer ya da o günkü bilgi yetmezliğimi, araştırmadığımı, üzerinde yeterince düşünmediğimi hatırlarım. Gençlik yıllarımda okuduğum Camus’un “Yabancı’’’sı ile şimdiki arasında koskoca bir “varoluşçuluk” var. Anayurt Oteli bir arkadaşıma gönderdiğim hediye kitaplar arasındaydı. Okuyamadım, sıkıldım, içimi daralttı demişti. Özür diledim, zamanı değilmiş dedim. Halbuki o metin Zebercet’in kendi içine yolculuğu; sahipsiz otel, bitmeyen merdivenler; anneye özlem duyan Zebercet’in aydınlanma yolu değil midir? Yahut Yaşar Kemal’in “Tek Kanatlı Bir Kuş”’unun olmayan köye seyahati insanın kendini sorgulaması olabilir mi? Aradan onlarca yıl geçtikten sonra, Atılgan’ı anlayabilmek, Yaşar Kemal’le beraber atandığı halde hayali köyüne ulaşamayan posta müdürüyle seyahat edebilmek ne müthiş bir duygudur.
Rollo May’in “Yaratma Cesareti” ile yıllar önce ilk karşılaştığımda, benim için kitabın öne çıkan mesajı “cesaret” idi. Evet ama neyin cesareti? İçinde bulunduğum 78 kuşağının bitmeyen ızdırabı olan direnişin çağrısı, düzene karşı gelmenin kılavuzu demiştim. Kalbim haksızlığa, adaletsizliğe karşı haykırmak için kendine çaresizce yardımcılarını, Anubislerini arıyordu. Geçenlerde kitabı yeniden elime aldım. Daha sakin, önyargısız bir kez daha okudum. Kitabın önsözünde Alper Oysal’ın harika bir sunuşu var. En sevdiğim bölümlerden biri olan Yeni Gine’de yaşayan sebze-meyve yetiştiren bir halkı, “Gururumbalılar” ı andım. Philip L. Newman’ın bu halk arasında görülen “yabandomuzu olma” sendromundan bahsediyordu.
“Gururumbalılar’ın yaşadıkları yaylalarda yabani domuz yok ve burada yapılan analoji, sahibinden kaçan, vahşileşen ve öteki hayvanlara saldıran domuzlara kıyasla yapılmış. Gururumbalılar ehli domuzların niye saldırganlaştığını anlamıyorlar, fakat böyle bir davranışın geçici bir durum olduğuna inanıyorlar. Beli bir “muameleye” ve “ritüele” tabi tutulan hayvanın tekrar evcilleşebileceğini düşünüyorlar. Bu yabandomuzu olan kişi için de geçerli. İnsanın kontrolden çıkışı geçici bir süre içindir ve topluma tekrar dahil edilmelidir (reintegration). Yabandomuzu oluşla sancılanan birey çeşitli saldırgan tavırlar takınabilir; yağmalama, onu seyredenlere ok atma gibi. Bu davranış, etki altındaki birey aldıklarıyla birlikte ormanda kaybolup, onları yok edinceye kadar birkaç gün sürer. Sonra normal haliyle köye döner; ne kendisi olanları hatırlar, ne de kimse ona hatırlatır. Başka bir zaman tekrar yabani durumuna dönüşebilir. O vakit yakalanır, aynı şekilde davranan domuzlara uygulanan benzer bir törenden geçirilir; tüten bir ateşin üzerine tutulur, ardından vücudu domuz yağıyla baştan aşağı sıvazlanır. Bu bir ceza değildir, adına küçük bir domuz öldürülür ve makbul köklerden müteşekkil bir sofraya buyur edilir.”
Akıldışı kaynakların kötünün sembolleştirilmesi ile nasıl eritildiğinin küçük bir örneği diyor Alper Oysal. İlkel toplum bireyin nevrozunu toplumsal açıdan “ biçimlendirmiş”, nevroza geçerli bir ifade hakkı tanımış, yaşamda kabul etmiş. Gururumbalılar nevrozun, kişinin hayalet tarafından ısırılmasıyla ortaya çıktığını, dolayısıyla birey kendi seçmediği için davranışlarından sorumlu tutulamayacağına inanırlar. Günümüzde bu ilkel kabilenin yaptığı gibi “kötü” yü toplum dışında konumlandırmak ve ifade hakkı tanınmak yerine, bizler “kötü” yü bireye bırakmışız. Gelişen psikanaliz, bireyin farklılığını elbette tespit etmekte daha mahir, ama bizler onları kabul etmekte Gururumbalılar’a ne kadar yakınız. Bırakın farklılıklarımızı kabul etmeyi, onlarla barışmayı, toplum içinde beraber yaşamayı denemeyi, bugünkü siyasi düzenin yarattığı “sistematik farklılaştırma” ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz.
Sanatçıların, bilim insanların, görünenin arkasını bize zorla gösterme kararlığı topluma ayna tutma isteği değil de nedir? Farklılıkları, adaleti, erdemi, sevgiyi toplumun kendi içinde binlerce yıl önce çözen bu kadim bilgelikten yararlanabilmemizin tek yolu; Anayurt Oteli’ne dönmek, Tek Kanatlı Bir Kuş’un hissettiklerini duyabilmek, farkında olabilmek…
Kaynak; Rollo May, Yaratma Cesareti, Metis Yayınları, Çeviri ve Sunuş Alper Oysal