sabah kahvesi

 

Düşündüm de, klasik müzik eşliğinde üzerine ablamın yaptığı çilek reçelini döktüğüm nefis beyaz peynire bulanmış kızarmış ekmeği yeyip, ardından sade kahvemi keyifle yudumladığım “sabah ritüelim” ‘deki “ben” ile daha evden çıkalı 10 dakika bile olmadan arabanın içinde tek başıma oturduğum “ben” farklı dünyalarda yaşayan iki ayrı kişi.
Dağlardan, tepelerden ne bulursa ardına katmış dev bir araba selinin içinde ne yapacağımı bilmeden çevre baskısı ile işe gitmeye çalışıyorum. Olsun yine müziğimin sesini biraz fazla açar, arabanın camlarını sıkıca kapatırım ama yan aynamda aniden arabanın içine dalıp çıkacak bir motosiklet daha belirince, o coşkulu kalabalıkta yalnız başına olmak gibi ulvi bir düşünce olmadığını kabullendim.
Bazı arabaların özel görevleri var. Onlar sabah bir komut alırcasına giyinip, marşa basıp, benim gibi işine gitmeye gayret eden zavallıları ararlar. Bulunca da ilk iş sabah derslerini öğretirler, arkadan korna sesi ile uyarmak, sen yol verince yine de sürünerek sağdan soldan geçmek, hatta geçerken de sen yokmuşsun gibi diğer zavallıların peşine takılmak. Kapana kısılmak gibi bir şey… Hareket edemediğin sıkıştığın yerde de, onların görevi otobüste omuz darbesiyle kendine ve arkadakilere yer açan yolcular gibi maharetliler.
Müziğin sesinin artık duyulamadığı, yine her sabah ki şaşkınlık ve kararsızlıkla ben, sel beni nereye götürürse giderim. Durmak yok. Durursam ya da Allah korusun, araba arızalanırsa, vakit kaybetmeden beni arabamla hemen dört bir tarafımızdan tutup kenara fırlatacak kadar kuvvetlidirler bu görevliler. O yüzden çoğu zaman kendi yoluma dönemeyince, yanlış yollara saparım, yolumu kaybederim, işe geç kalırım, olsun, en azından söz dinlerim, kimseyi rahatsız etmem, o insanların aceleleri var.
Bir keresinde arabamın burnuna aniden giren bir şoföre tüm kibarlığımla;
-Galiba burası ters yön… diyecek oldum.
-İstanbul’un düzenini sen mi değiştireceksin, deyince, hak verdim.!
Bu kadar kararlı ve görev bilinci ile hareket eden insanlara karşı biz zavallılar ne yapabiliriz ki? Bir kere her türlü trafik ve yol şartında araba kullanabiliyorlar, hele yağmur yağdığında değme keyiflerine. Tüm yeteneklerini kullanma fırsatını bulurlar.
Hep onların trafik azalınca nasıl bir ruh halinde olduklarını merak ederim. Akşam trafiğini dört gözle beklerler, çalışmak çok sıkıcı gelir, yerlerinde duramazlar, bir an önce mesai bitse de görevimin başına geçsem diye düşünürler.
Bunların en berbat günleri hafta sonları ve bayramın 2.günüdür. Sıkıntıdan patlarlar, cumartesi büyük bir hayal kırıklığı, ateş, öksürük, işe yaramama, kendini beğenmeme ile geçer. Pazar için dua ederler, bir AVM’ye gidilsin, alışverişe çıkılsın diye. Evdekiler hadi dediğinde o arabasının başındadır zaten. Öğretilecek dersler vardır. Sıraya kaynak yapmak, ilk yardım şeridinden geçmek, sigarasını döküp, ardından dışarı tükürmek, arabasının önüne gizli devlet görevlisiymiş gibi kırmızı yanar-döner ışıklar taktırmak, camlara film kaplatmak, gururla en hızlı, en atak, en çok bilen olmak…
Pazar akşamı ancak arabanın yıkanması yarına hazırlanması biraz gönüllere su serper. Akşam en sevdiği televizyon dizisinin karşısında bile sabahki muharebeyi hayal ederken içi kıpır kıpır olur, heyecandan o gece uyuyamaz.
Bir keresinde mahalle arasında bir dört yol ağzında solumdan gelen arabaya yine he zaman ki gibi yol verdim. O da bana verdi. Elimle buyur ettim, o da etti. Olmadı selektör ve elimle tekrar yola davet ettim. O da aynısı yaptı. Hadisene kardeşim artık diye bağırmak üzereyken, uyandım, teşekkür mahiyetinde bir baş selamı ile geçtim. Bizim gibiler de az değiller. Enseyi karartmayalım…

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s