“Ebedi dişidir/ Bizi yukarıya taşıyan”. (GOETHE, Faust)
Son günlerde dilimize yeni giren “cinskırım” nedir? Neden kadın cinayetleri dendiğinde zalimliği anlatmaya yetmiyor? Hukukçuların açıklamasıyla “cinskırım”, yani kadın katliamı kadın cinayetinden farklı bir kavram. Kadın olarak öldürülmek kadın cinayeti olarak tanımlanıyor. “Cinskırım” ise kadının devlet tarafından korunmaması, yeterli önlemin alınmaması, suçlunun gerekli cezaya çarptırılmaması gibi aslında yönetenlerin de rolü olduğu ve devleti koruma, engelleme görevine bir çağrı. Bazı ülkelerde her iki suç unsurunu kapsayan ceza maddeleri var. Oysa Türkiye’de ceza kanununda “kadın cinayeti” olarak tanımlanmış bir suç bile yok.
Bugün yobaz ve dinci yayınlar çocukluğumuzda kulağımızdan eksilmeyen “cennet anaların ayakları altındadır” sözünün anlamını bile istedikleri gibi evirip çeviriyor. Yeter ki kadın yanlarına bir adım daha yaklaşmasın.
Eril dünya, kadını yüzyıllardır yardımcı rolde tutmaya çalışmış, öne çıkarmamış, düşünmesini, deneyimlemesine, dolayısıyla hayal etmesine engel olmak için var gücüyle uğraşmış. Mitolojik metinleri okurken bile kadına mümkün olduğu kadar az yer verilmiş. Baba-oğul çatışması, kahramanımızın erginlenmesi, çoğunlukla erkek üzerinden anlatılmış.
Oysa mitolojinin anlattığı “yeniden doğuşun” simgesi ancak ana rahmine geri dönmekle mümkün. Felsefede de öyle değil mi? Kadın filozofların isimleri, meşhur erkeklerin yanında pek anılmaz. Antik Yunan’da kadınların yurttaş olarak bile kabul edilmediğini, üniversitelere bile girmelerini ancak 19.yüzyılda başarabildiklerini belirtmek lazım. Buna karşın, Pitagoras’un ölümünden sonra okulunu devir alan Kratonlu Theano, Sokrates’in hayran olduğu rivayet edilen, Atina’da felsefe okulu kuran Miletos’lu (Milet/Datça) Aspasia, Platon’un bahsettiği, aşkı yücelten, Eros’u anlatan, bazılarına göre hiç yaşamamış Sokrates’in hocası Diotima tüm zorluklara karşın günümüzden 2400 yıl önce kendilerini hatırlatan aydın kadınlardan birkaçı.
Vatikan’daki Borgia Odaları’nın duvarlarından birine Pinturicchio tarafından yapılan 1493 tarihli resimde; İsis sağındaki Hermes Trismegistus ve solundaki Musa’ya ders vermektedir. Burada anlatılmak istenen; bu iki varyant, eskimeyen, büyük bir geleneğin iki yorumudur ve ikisi de tanrıçanın ağzı ve bedeninden çıkar. Bu tanrıça ile ilgili dile getirilebilecek en büyük ifadedir. Tanrıça erginlediği en ünlü kişi olan Lucius Apuleius’un sözcükleriyle şöyle konuşur;
“Ben her şeyin doğal annesi olanım, tüm öğelerin öğretmeni ve eğitmeniyim, dünyanın ilk nesli, ilahi güçlerin önderi, cehennemdeki her şeyin kraliçesi, cennettekilerin başıyım, bütün tanrı ve tanrıçaların tek başına ve tek bir form altındaki tezahürüyüm. Gökteki gezegenler, denizlerin şifalı rüzgarları ve cehennemin içler acısı sessizlikleri benim isteğime göre düzenlenir. Adıma, mabutluğuma dünyanın dört bir yanında, çeşitli tarzlarda, değişik göreneklerde ve birçok isimle tapınılır. …Akropolisli Minerva, Paphoslu Venüs, Keres, Iuno, Bellona, Hekate… Doğuda ikamet eden ve sabah güneşinin ışığıyla aydınlanan Etiyopyalılar ve her tür eski öğretide mükemmel olan ve uygun ayinler yoluyla bana tapınmaya alışkın olan Mısırlılar bana gerçek adımla, kraliçe İsis olarak hitap ederler”
Bektaşiler derki; “kadın erkekten daha sonra yaratılmıştır ve daha mükemmeldir”
Bu muazzam Anadolu Kadim Bilgeliği’nin kadın üzerine söylediğine daha ne ilave edilebilir ki?
Platon, Şölen-Dostluk, Çevirenler Sabahattin Eyüboğlu-Azra Erhat, T.İş bankası Kültür Yayınları
Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çeviren Sabri Gürses, İthaki Yayınları
Joseph Campbell, Tanrıçalar ve Tanrıçanın Dönüşümleri, Çeviren Nur Küçük, İthaki Yayınları
Tebrik ederim Babis 🙂
BeğenBeğen
🥰
BeğenBeğen