Jeffrey Epstein/ Filthy Rich

En son Çernobil belgeselini izlediğimde içim bu kadar daralmış, o gece doğru düzgün uyuyamamıştım. Gözününüz önünden geçen sahnelere elinizi uzatıp bir şeyler yapamamanın verdiği sıkıntı, huzursuzluk hali… 

Haberlerden takip ettiğim kadarıyla kafamda canlanan meşhur karakter Jeffrey Epstein; bir sabah uyandığınızda kapitalizmin parmağıyla işaret edip zenginleştirdiği yakışıklı, şımarık, ortalıkta gözükmeyen, borsanın, politikacıların kirli dostu biriydi. Ülkemizde her gün gündem olmaya çalışan ama birilerinin sürekli örtmeye çabaladığı “taciz” gerçeğinin sanki Amerika sürümüydü.

Gecenin geç bir saatinde merakla başlayıp dört bölümünü de bitirdiğimde, içimizde dolaşan, farkında olmadan caddede yanından tesadüfen geçebilecek kadar civarımızda gezen, müthiş öfke duyduğum biri haline geldi. Amerika’nın yarattığı Muhteşem Gatsby’nin bu kez hedefinde, Palm Beach gibi ultra zengin malikanelerin olduğu şehrin kenarında fakirliğin, eşitsizliğin, adaletin olmadığı, parçalanmış, aile içinde travmaya uğramış, ezilmiş ama varolmaya çalışan, on dört, on beş yaşında, gülen, hayattan hala beklentileri olan, tertemiz çocuklar vardı. Hem de yüzlercesi… 

Jeffrey’in ekrandaki yüzüne baktığınızda, özgürlükler ve fırsatlar ülkesi Amerika’nın meşhur seri katilleri, Ted Bundy veya Charles Manson gibi birini görüyorsunuz. Karşınızdaki, soğukkanlı, sistematik çalışan, yaşam amacı taciz olan, vakalarının sayısı hala bulunamamış, empati ve vicdan yoksunu biri. Bir gerilim filmi izliyorum sanıyorsunuz ama en yakın dostları, Clinton, Trump, Prens Edward gibi o da sahici, gerçek…

İşin siyasi boyutu, kayırmacılık, mahkemelerde yaşanan haksız ve adaletsiz kararlardan bahsetmeyeceğim. Bunlar günümüz dünyasında bize alıştırılmaya çalışılan “yeni normal”in yansımaları. Zengin, nüfuzlu ve iktidara yakınsanız yaptıklarınızı affedecek mekanizmaları bulmak o kadar da zor değil.

Kurbanların, onca yıl geçmiş olmasına rağmen sadece cesaretle itiraf edenlerden bahsediyorum,  yüzlerindeki ifade neler yaşadıklarını o kadar açık anlatıyor ki.

Her şeye rağmen Amerikan sinemasının en azından bunları yayınlayacak kanalları, yapımcıları, başlarına bir şey gelmeden konuşabilecek yine de özgür bir yönü var.

Ülkemizde ise tam da bu niyetlerle tamamen iyi niyet ve hicivle hızla yayılan, farkındalığı artırabilmek, acı çeken, hor görülen, hakarete, tacize uğrayan kadınlara yaftalanan sözlerle başlatılan #erkekleryerinibilsin akımı, bir vakıf tarafından  “inandığımız değerleri zedeleyecek boyuta ulaştı, bu durumu kınıyor ve reddediyoruz” diyerek protesto edildi. Adında kadın kelimesi olan, amacının en azından onların bedeni de dahil olmak üzere özğürlüğünü savunmak olduğunu düşündüğümüz vakfın açıklamasının trajikomik olmadığı apaçık ortada.

Kampanyaya yukarıdaki anlamda bile dahil olanların sayısının artmış olması isimsiz, yersiz, yurtsuz, sesini çıkaramamış, sadece bedenen değil ruhen yaralanmış, öldürülmüş kız-erkek çocukları ve kadınların gündemimizden çıkmamasını sağlamalı.

Çocuğa ve kadına taciz yaraları sarılamayacak kadar ağır bir insanlık suçudur.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s